Sunday, June 3, 2012

Sevgiyle Yoğrulmuş Bir Iran Restoranı... Hayyam / An Iranian Restaurant Fed with Love... Hayyam


Arnavutköy'deki Villa Denise butik otelinin altında Hayyam adında bir İran / Orta doğu restoranı açıldı. Sahibi Klasik Otomobilciler Kulübü Başkanı Aydın Harezi. Bu dünyada tanıyıp tanıyabileceğiniz en iyi insanlardan birisidir kendisi. İran mutfağına olan düşkünlüğü ve bu konudaki tecrübesi onu Hayyam'ı açmaya itmiş. İşte bu nedenle sevgiyle yoğrulmuş bir restoran burası. Özellikle İran pilavı, yumuşacık kebapları ve samimi ortamı nedeniyle gidilmeli.

An Iranian / Middle Eastern restaurant was newly opened in Arnavutkoy, under the butique hotel Villa Denise. Its owner Aydin Harezi, Chairman of Classical Cars Association, is one of the nicest persons you can ever meet. His passion for and experience in cooking Iranian food has led to the opening of Hayyam restaurant. It's a place fed with love. Especially the Iranian rice, tender kebabs, and warm atmosphere makes this place a great escape spot. 
.................................................................................................................................

Hafta içi bir akşam Aydın Bey'den bizi Hayyam'da ağırlamasını rica ettik. Bütün aile dostlarımızı toplayıp bir Salı akşamı yaklaşık 25 kişi Arnavutköy'deki küçük restoranını istila ettik. Çok güzel bir hazırlık yapılmıştı. Kapının önünde Aydın Bey'in üstü açık bebek mavisi Plymouth marka arabası duruyor, kaldırıma kokteyl masaları yerleştirilmişti.
Diğer misafirler şaraplarının ve güzel havanın tadını çıkartırken benim gözüm mutfaktan çıkan tabaklardaydı. Önce falafel ikram edildi. Falafel Lübnan mutfağına ait bir çeşit nohut köftesi. Benim daha önce yediğim falafellerin hem boyutu daha büyüktü, hem de daha kıtır ve acılardı. Hayyam'dakiler ufak, acısı daha az, ve kıtırı da tam kıvamındaydı. Tek sorun çerez niyetine aldığın için kaç tane yediğini anlamamış olman :).
Sambusa, ya da bir çoğunuzun samosa diye bildiği börekten geldi bir diğer tadımlık olarak. Daha önce Hindistan'da yediğim samosalardan oldukça farklıydı. Ben sebzeli, yeşil fasülyeli bir versiyonunu tatmıştım ve çok da beğenmemiştim. Buradaki ise lezizdi. Biraz bizim sigara böreğini andırıyordu. Tabi bunun içinde peynire ek olarak et de vardı. Garsona sorduğumda Lübnan usulü hazırlandığını iletti. Hem sambusa hem falafel'i mutlaka denemelisiniz.
Dışarıdaki bütün atıştırmalıkları bitirince iştahımız daha da açılmış bir şekilde içerideki masalara diktik gözümüzü. Aydın Bey hemen duruma müdahale edip bizi içeriye oturttu. O sırada sakin bir akşam yemeği yiyeceğim diye gelen bir çift, bu gürültülü grup karşısında ne yapacaklarını şaşırdı, soluğu hemen dışarıda aldı. Sizin de aklınızda olsun: kalabalık gelirseniz mekan sizin olur, biraz da ses yaparsanız başka kimse gelmez :).

Masa üç çeşit başlangıçla donatılmıştı. Masto Musir, yani İran usulü musirli yoğurt, Masto Khiar, İran usulü cacık ve Panir Sabzi, İran sofralarının vazgeçilmezi beyaz peynir ve mevsim yeşillikleri.
Masto Khiar, yani İran usulü cacık, hem gözü hem mideyi mutlu edecek cinstendi. Farsça yoğurt ve salatalık anlamına gelen Masto Khiar, bizim Türk cacığı ile aynı şekilde hazırlanıyor, sadece bazen ufak eklemeler yapılıyor. Hayyam'da yediğimi bu güne kadarki en güzellerinden birisiydi. Gül yaprağı, nane ve kuru üzüm ile süslenmişti. Yerken hepsini karıştırıp öyle servis etti Aydın Bey bize. Özellikle gül yaprağı ve kuru üzüm çok ama çok yakışmıştı.
Masto Musir, görünüşte sıradan bir yoğurt. Gerçekte ise Lebni olarak bilinen bir çeşit yoğurt ve yabani sarımsak ile hazırlanan bir dip, yani sostur kendisi. En ilginci de sarımsağın kokusuz olması. Daha önce böyle bir şeyi hiç duymamıştım. Belki de sadece benim :). Masto Musir'i incecik, yağsız lavaşları bandırarak yedik.
Benim için günün en favori lezzetlerinden birisi, tabi İran pilavını ayrı tutuyorum :), Panir Sabzi adındaki tabaktı. Ceviz, turp, roka ve nane yaprakları, ve hafif tuzlu ve daha tulum peynir kıvamında bir beyaz peynir... Salata olarak yendiğinde pek özelliği olmayabilir ama usul her birinden birer parça alıp dürüm yapmakmış. Aşağıdaki fotoğrafta da görebildiğiniz gibi. Neden bu kadar güzeldi bilmiyorum ama evde de denemenizi öneririm. Tabi peynirin tam olarak ne olduğunu öğrenmem lazım, onun katkısı büyüktü.
Tabakları silip süpürdükten sonra sıra ana yemeklere geldi. Çilav adındaki İran pilavı, sarı renginden de anlayabileceğiniz gibi safran ile hazırlanıyor. Türk pilavına göre daha hafif ama yine de inanılmaz aromatik bir tada sahip Çilav, hiç tartışmasız benim favorimdi. Normalde pilav yemeyen ben o gün üç tabak yedim :(.
Kebaplar büyük bir tabakta ortaya servis edildi. Bonfile, piliç ve şiş köfte üçlüsünden oluşuyordu.
Barg kebap, yani marine edilmiş bonfile o kadar yumuşak ve suluydu ki size anlatamam. Normalde ince etten çekinirim, çok kuru ve lastik gibi olacak diye. Tabağımızdaki et, buna olabilecek en uzak cinstendi. Eve de bir porsiyon götürdüm gecenin sonunda. Ertesi gün ısıttığım halde yine aynı kıvamdaydı.

Jojok kebap, yani piliç, safran ve limonla marine edilmişti. Limonun verdiği hafif ekşimsi tat vardı ki inanılmaz yakışmıştı. Safranı çok seven bir insan olarak Hayyam ve aslında İran mutfağı tam bana göreymiş meğer :).

Koobitek adındaki marine şiş köfte bizim Urfa'ya benziyordu. Yine çok yumuşak ve lezzetliydi ama asıl aklımda kalan ve sizin de denemenizi önerdiğim kebaplar bonfile ve piliç.
Özgür ve benim Türk şaraplarına olan özel bir düşkünlüğümüz var. Bilmediğimiz onlarca, hatta yüzlerce Türk butik üretici var. Hatta önümüzdeki haftalarda Mimolett adındaki restorana gideceğiz. Oranın somelier'si de bizim gibi Türk şarap destekçisi. O zaman tattığımız bütün şarapları da size ayrıca duyururuz. Bu da ufak bir parantez :). Hayyam'da Vinkara'nın Cabernet Sauvignon'unu denedik. Oldukça dengeli ve fazla aromatik olmadan keyifli ve kolay içimli bir şaraptı. Baharatlı yemeklerin yanında çok güzel gidecek bir şarap.
Yazının ilk başlarında Hayyam'ın sevgiyle yoğrulmuş bir restoran olduğunu söylemiştim. Aydın Bey mekanın her yerini kendi hayatından özel parçalarla donatmış, en sevdiği ürünleri burada tutmuş. Bunlardan birisi kendisine hediye edilmiş çok değerli kitap, Ömer Hayyam ve Rubaileri. Benim bu konuda pek bir bilgim yok ama annem ve arkadaşlarının çok iyi bildiği dört dizelik bir Divan Edebiyatı nazım biçimidir rubai. Gece boyunca kitaptan rastgele sayfaları açıp birbirlerine okudular yüksek sesle Ömer Hayyam'ın rubailerini. Bunun aslında bir gelenek olduğunu söyledi Aydın Bey bize. Tabi biz kitaptan okurken, gerçekte bunu yapan kişiler rubaileri ezbere biliyor ve sadece hangi rubaiyi okuyacaklarını belirlemek için sayfayı açıyorlarmış.
Karnımızı iyice doyurduktan sonra bu sefer rahatlayabilmek için çareyi İran çayında bulduk. Şekersiz, çok güzel bir aroması olan çayı anlatmakta zorlanıyorum, denemeniz lazım. Yanında İran şekeri ikram edildi. Hakiki şekerin saflaştırılması sonucu elde edilmiş bu şekerin rengini safran veriyor. Üstündeki kırmızı lifler hakiki İran safranıdır.
Yemeği ve bu güzel geceyi safranlı dondurma ile noktaladık. Yoğun bir kaymak ve safran tadına sahipti. Dondurmacıda bana böyle bir tat isteyip istemediğim sorulsa hayatta almazdım ama şaşırtıcı bir şekilde yine güzel buldum. Annem özellikle bayıldı, ikinciyi bile istedi :).

Bütün bu ziyafet için kişi başı 75TL ödedik. Şaraplar dahil. İçki içmemeniz durumunda ise fiyat kişi başı 55TL.

Sevdiğimiz ve tanıdığımız bir yer olduğu için puanlama doğru olmaz, bu seferlik bu değerlendirmeyi sizlere bırakıyoruz. Bir başka lezzet durağında görüşünceye dek... :)
Şimdiden afiyet olsun... 
..............................................................................................................................


Gathering all our close friends, a group of 25, we headed to Hayyam in Arnavutkoy on a calm Tuesday evening. Aydın, also a friend of ours, had really put in some extra effort for the night. His baby blue cabriolet Plymouth car was parked in front of the restaurant and bar stands had been put out on the sidewalk. 
While the rest of the group were enjoying their wines and nice weather I was checking out the plates coming out from the kitchen. Falafel was the first one to be served. Different from other falafels I had tried before, these ones were smaller in size and both less crispy and less spicy. The crispiness in particular was perfect. The only bad thing was that due to its size, I probably had more than was good for me :). 
Sambusa, or samosa as most of you probably know it, was the next starter to be served. Last time I had a sambusa was in India, stuffed with green beans, and honestly I didn't like it at all. These ones, on the other hand, were delicious. They kind of reminded me of sigaraboregi, a cigar-shaped, fried pastry stuffed with cheese (a Turkish pastry you definitely need to try), except that these also had meat inside. Our waiter told me it was the Lebanese way of preparing a sambusa. Both the sambusa and falafel are must haves.  
Having finished all the sambusas and falafels we all started staring as hungry wolves on the tables inside. Luckily Aydin came to our rescue and escorted us to our respective seats. Being a large group, we had the whole restaurants for ourselves that night. My recommendation would be for you to do the same. You only need a group of approx. 15 and you can feel as if the whole place is yours.    

Three starters were placed on the tables. Masto Musir, Masto Khiar, and Panir Sabzi.   
Masto Khiar is Farsi for yoghurt and cucumber. This simple dish is also common in the Turkish cuisine and a really refreshing one. The one at Hayyam was a feast both on the eyes and the belly :). It was decorated with rose leaves, mint, and dry raisins. Aydin told us we needed to mix it before eating and so we did. I just loved the flavor that the rose leaves added to the yoghurt. 
Masto Musir, from the look of it, is just plain yoghurt. In reality it's a bit more :). Mixed Lebni (a yoghurt like dairy dish) and shallots, Masto Musir is a type of dip. The most interesting part is that the shallot doesnt smell at all. Never heard of that before, but maybe that's just me? Anyways, we finished the entire bowl with the help of the low fat lavash (thin bread) above. 
Panir Sabzi, a salad comprised of arugula and mint leaves, radish, walnuts, and white cheese, was my favorite of the night. With the exception of the Iranian rice of course :). The dish may not be that interesting as a salad, but the way its done, i.e. use the lavash to make a wrap out of it, was just amazing. The white cheese was a lot more saltier and hard than regular feta cheese and had much more flavor. I'll let you know the name of the cheese once I learn it from Aydin.    
Having finished everything on the table it was time for main course. The Iranian rice, Cilav, as you might already know, is prepared with saffron. You could literally feel the butter taste in your mouth and the saffron smell in your nose. Still extremely light. I normally don't eat so much rice but that night I had three plates :(. It was my favorite of the night. 
The kebabs were prepared one a big plate. Steak, chicken, and shish kebab... 
Barg kebab, i.e. the marinated steak, was so tender and juicy my mouth starts to drool just thinking back at it. I'm normally not so fond of thin meat, cause I worry it will be dry and chewy but the one we got was anything but that. I even brought home an extra portion and ate it the next day.

The chicken, named Jojo kebab, was marinated with lemon and saffron. It had a slightly sour taste caused by the lemon, which worked so well with the chicken. As a person who loves saffron, Hayyam, and the Iranian cuisine in general is totally my thing :)  

Koobitek, i.e. the shish kebab was similar to the ones we have in Turkey (called Urfa). Again soft and really good but it was the chicken and steak that I fell for. 
Ozgur and I have a fodness for Turkish wines. There are tens, or actually hundreds of boutique wineries in Turkey that sell delicious wines. The one we tried at Hayyam was a Cabernet from a winery called Vinkara. Good balance and not too much aroma, it was a perfect fit for the Iranian food.  
At the beginning of the post I mentioned that this restaurant is a fed born with love. The entire place is decorated with pieces belonging to Aydin. One of them was a trophy he won during a classical car race. All these made Hayyam feel extremely cosy and welcoming. 
Extremely full from all the food we tried to find comfort in the Iranian tea. Served without sugar and with a beautiful aroma it really made us feel lighter. Iranian sugar was offered with the tea. Made out of pure sugar and colored with saffran it complimented the tea perfectly. 
We ended this lovely night with some saffron flavored ice cream. If I were to see this flavor among others I'd probably not choose it, but surprisingly it was really good. My mom, in particular, loved it. The ice cream was very creamy and had a hint of vanilla flavor in addition to the strong saffron. 

The entire meal cost us 75TL per person, including the wine. If you are to have soft drinks only, the price goes down to 55TL. 

Because the restaurant belongs to someone I know and really like it wouldn't be fair for me to give points to the place. So for this time, I leave that to you. 

Hope you enjoyed it :)... Bon appetit (wish I could write this in Persian)...  

5 comments:

  1. inanilmaz yemek tasvirleri, aksam 11 de bile aciktiriyorlar!;)
    Zevkle takip ediyorum.

    ReplyDelete
  2. Herşey çok güzel de,
    otomobil Plymouth değil...

    ReplyDelete
  3. Bu mekanın telefon numarasını rica edebilir miyim ?

    ReplyDelete

Would love to hear what you think!

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...